1 Şubat 2016 Pazartesi

Arkaik Dönem Grifon Protomları

Mezopotamya kökenli karışık yaratıklardan grifonlara Yunan Sanatı'nda da özellikle Doğu etkilerinin görüldüğü M.Ö. 8. yüzyıl sonlarından itibaren sıklıkla rastlanır. Lahitlerde, tapınak frizlerinde, vazolarda, bronz eşyalarda, takılarda ve sikkelerde tasvirleri yer alır. Ayrıca hayvan figürünün üst bölümü olarak dekoratif amaçlı protomlarda da görülür. Çoğunlukla büyük bronz kazanların kenarlarını süsleyen kulp işlevleri vardır. Üstün bir işçilik örneği olan dökme veya çekiçlenmiş grifon başları Olimpia, Etruria, Delfi ve İyonya'da bulunmuştur. Mezopotamya ve Anadolu etkilerini göstermekle birlikte Yunan tasvirlerindeki korkutucu grifonlar; genellikle ağızları açık kartal başlı, gagalı, kanatlı ve aslan gövdelidir.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ndeki 8.5 cm yüksekliğinde bronz bir protomda ağzını ve gözlerini şiddetle açmış grifon boynunun altındaki geniş yuvarlak kısmıyla kazana bağlanır. Böylece kulp işlevi görür.  Milet'te bulunan ve M.Ö. 7. yüzyıl ilk çeyreğine tarihlenen bu protomun alnının üzerinde yuvarlak bir topuz, kırık eşek kulakları, boynuna inen kıvrımlı saç lülesi dikkati çeker. Yüzü ve boynu balık pulu biçimindedir.

23 Ocak 2016 Cumartesi

Tuvallere Aktarılmış Gerçek Görüntüler

https://picasaweb.google.com/flaneurny/RessamNazmiYLmaz#5906730378900629362 "Resimlerimde yaşanan, hayattan etkilendiğim toplumsal konulara yer veriyorum ve bunları figüratif olarak işlemek için gerekli etkilerden yararlanıyorum. Sosyal içerikli toplumsal konuları işlerken kendi iç dünyamı da, gizemli, içe dönük, yarı fantastik olarak aktarmayı tercih ediyorum. Toplumdaki çelişkileri dile getirirken sinemadan, televizyondan, hikayelerden, romanlardan, şiirden, müzikten de faydalanıyorum. Herkesin yüz yüze geldiği, dilinin ucunda olduğu halde söyleyemediği şeyleri resim diliyle gün ışığına çıkarmaya çalışıyorum. Bir açıdan da kendi iç dünyamın çıkmazlarını zorluyorum." 

"Çalışmalarımda mutlaka insan vardır, çünkü insanı kainatın mihveri ve yaratılan en mükemmel varlık olarak kabul ediyorum."

"Resimlerim yaşayan insan hayatının tuvallere aktarılmış gerçek görüntüleridir."   

Nazmi Yılmaz,  (23 Ocak 1944, İstanbul - 29 Nisan 2004, İstanbul)       

Kadın Ruhunu Resmeden Nazmi Yılmaz

20 Ocak 2016 Çarşamba

Ahşap Kapıların Gizemi

“…Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir / Bir kez girilmiş sokaklar / Açılmamış kapılar…” Cemal Süreya

Mimaride en basit tanımıyla duvar veya bölme boşluğunu geçmek için kullanılan ve açılıp kapanabilen kapılar hep bir gizem taşırlar ve merak uyandırırlar. Kapalıysa ve kilitliyse dışarıda kalanlara ardında barındırdıklarını zihinde canlandırmak düşer. İçeridekiler içinse güven duyulan, dışarının olumsuzluklarından koruyan bir görevi vardır. Sığınaklarımıza girişi sağlayan kapı kapanınca insan gösterişsiz, sade, kendi halinde olmaktan memnun, dış dünyanın gerektirdiği rollere bürünmeden alıştığı, rahat hissettiği dünyaya, yalnızlığına ve içine çekilir. Demir ve çelik kapılar dış dünyadan korunmak için daha sağlam görünmekle birlikte soğuk ve ruhsuzdurlar. Oysa ahşap kapılar geniş kullanım olanağı sağlayan  malzemesinin uyandırdığı etkiyle çevre dostu, geri dönüştürülebilir, sağlıklı, canlı, daha zarif ve estetiktirler. Bazen demir ustalarının yaptıkları da ferforje olarak belli bir dekoratif etki uyandırır ama geçmişten geleceğe açılan ahşabın doğallığına ve sıcaklığına yaklaşamaz. 


6 Ocak 2016 Çarşamba

ZERO ile Yeni Bir Başlangıç 2

Heinz Mack monokrom resimlerinde dinamizm hissi oluşturmak için yüzeyi titreşimliymiş gibi gösteren seri çizgiler uygular. Yine düz yüzeylerde ve disklerde cam, kontrplak, mukavva ve motorla kinetik etki sağlar. “Bizim ‘titreşim’ dediğimiz, gözlerimizin estetik olarak deneyimlediği, sürekli hareketin bir ifadesidir. Çalışmanın yaşamı ve soluğu olan hareketin ahengi, ruhumuzu titreştirir.” 1991 yılında saf ve parlak renkli soyut kompozisyonlarında renk, ritim, ışık ve titreşim ilişkilerini inceler.  Taş, metal, ahşap, alüminyum, alçı, kum, cam veya seramik malzemeli ışıklı ve hafif kinetik geometrik heykellerinde dinamik hareket, strüktür ve ışığı görselleştirir. Sabancı Müzesi’ndeki denize bakan terastaki altın renkli ‘Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü’ adlı anıtsal yerleştirmesi gün ışığının ve ayın yansımalarıyla göğe doğru yükseliyor.

2 Ocak 2016 Cumartesi

ZERO ile Yeni Bir Başlangıç 1

Sakıp Sabancı Müzesi’nde 2 Eylül’de açılan ve 10 Ocak’a kadar gezilebilecek olan ‘ZERO. Geleceğe Geri Sayım’ adlı sergide Heinz Mack, Otto Piene, Günther Uecker, Yves Klein, Piero Manzoni ve Lucio Fontana’nın farklı tekniklerdeki mekân yerleştirmeleri, resim ve heykelleri bulunuyor. Küratörlüğünü ZERO Vakfı Kurucu Yöneticisi Mattijs Visser’in yaptığı sergi zaman, uzam, ışık, ateş, renk, hareket, titreşim gibi doğadaki güçler üzerine yoğunlaşıyor.

1956’da Fransız sanatçı Yves Klein yoğun bir mavi tonunu monokrom kullanarak geniş alana yayılan çerçevesiz resimler yapar. Patentini aldığı ‘Uluslararası Klein Mavisi’ denilen bu parlak tonu çeşitli nesneler üzerine de uygular. Ateşten heykeller yapar, kadın bedenlerini fırça olarak kullanır, yeni bitirdiği tablosunu yağmurda dolaştırır. Sanat ve yaşam arasında bağ kurmaya çalışan sanatçının 1958’de Paris’teki ‘Boşluk’ adlı sergisinde tüm mekânda sadece pencereler mavi, boş bırakılan iç mekân ise beyazdır. Mavi kumaş perde asılı girişten geçen ve mavi kokteyl ikram edilen ziyaretçiler sadece 2-3 dakika boş mekânda kalırlar. Renk aracılığıyla mekânla özdeşleşme ve özgürleşme yaşadığını belirten Klein’ın saf rengi vurgulayan yoğun pigmentli, tinsellik ve özgürlük duygusu veren, düşünsel yönden güçlü çalışmaları ZERO sanatçıları üzerinde etkili olur.

15 Aralık 2015 Salı

Şeker Ahmet Paşa'nın Manzara ve Natürmortları - 2

Şeker Ahmet Paşa manzara ve natürmort resimleriyle tanınan ilk önemli Osmanlı sanatçılarındandır. Paris’te kaldığı süre içinde aldığı klasik eğitimin yanı sıra sanat olaylarını da takip eder. Türkiye’ye döndükten sonra Barbizon Okulu, Corot ve Courbet etkisinde resimler yapar. Köylü ve eşeğinin doğa içinde çok küçük olarak tasvir edildiği Ormanda Oduncu resminde ormanın gizi ve ağaçlar romantik bir ışıkla verilmiştir. Mistik bir atmosferin hakim olduğu ve doğanın yüceltildiği titiz bir çalışma örneği olan kompozisyonda zaman durmuş gibidir. Kır Peyzajı, Ceylan ve Ormanda Koyun Sürüsü gibi resimlerinde hep dikkatli doğa gözlemleri fark edilir. Ancak nesneler fotoğraf gibi birebir ve ayrıntılı olarak aktarılmamıştır. Resimlerde içtenlik, romantik bir anlayış, masalsı ve düşsel bir görünüm belirgindir.  


10 Aralık 2015 Perşembe

Hititler’in Gölgesinde - 5 - İskilip - Çorum

Çorum ili sınırları içinde güneydoğuya -Ortaköy, Şapinuva, İncesu-, güneye -Alacahöyük, Boğazkale, Hattuşa-, Yazılıkaya- ve kuzeybatıya -İskilip- yaptığımız yolculuklar tarihi yerler ve doğa güzellikleri yanı sıra gökyüzü ve çevre manzarası açısından da harikaydı. Aslında Kızılırmak üzerinden geçip İskilip'e ulaştığımızda biraz hayalkırıklığı yaşadık. Belki beklentimiz daha yüksekti. Pazar günü her yer kapalıydı  ve İskilip Dolması yiyecek bir yer de bulamadık. Pişirme süresi ve hazırlıkları uzun süren, özel üretilen ısıya uzun süre dayanıklı pirinçle yapılan 500 yıllık bu zahmetli yemek daha çok düğünlerde ve özel günlerde büyük kazanlarda yapılırmış. Biz genel bir çevre gezisiyle yetinmek durumunda kaldık. Bu bizim plansızlığımızla ve yeterince ön araştırma yapmayışımızla ilgili olabilir.


2 Aralık 2015 Çarşamba

Hititler’in Gölgesinde - 4 - Şapinuva - İncesu Kanyonu

Çorum'da ilk gün Çorum Müzesi, Alacahöyük, Hititler'in başkenti Hattuşa ve açık hava tapınağı Yazılıkaya gezilerimizden sonra ikinci gün Şapinuva, İncesu Kanyonu ve İskilip'e gitmeye karar verdik. Sabah 9.00 da otelden ayrılıp Şapinuva'nın bağlı bulunduğu Ortaköy'e hareket ettik. Muhteşem manzaralar eşliğinde bir ara görüş mesafesinin birkaç metreye indiği sise doğru çok güzel bir yolculuktan sonra Ortaköy'e ulaştık. Hitit ve Roma dönemlerine ait kalıntıların bulunduğu bölgeye daha sonra Orta Asya'dan üç kavim halinde gelen Türkler yerleşmiş. Ortaköy'e 3 kilometre uzaklıktaki Şapinuva Hititlerin önemli bir askeri ve dini merkeziymiş. M.Ö. 13. yüzyıldan II. Murşili'ye ait bir metinde Şapinuva'dan söz edilir: "İlkbahar olduğunda Hattuşa'dan dışarı gittim... AN.TAH.SUM (şar)* bitkisini tanrıların huzuruna koydum. Şapinuva'daki birlikleri teftiş ettim ve orduma öncülük ettim."

27 Kasım 2015 Cuma

Hititler’in Gölgesinde - 3 - Yazılıkaya

...M.Ö. 16 - 13. yüzyıla tarihlenen ve etrafı yüksek kayalıklarla çevrili Açık Hava Tapınağına ilerleyince gördüklerimiz karşısında son derece heyecanlanıyoruz. Mutluluk, şaşkınlık, hayranlık hepsini birden duyumsuyoruz. Biraz abartı varmış gibi algılansa da gerçek şu ki ‘anlatılamaz, yaşanır’ denilen anlardayız. Özellikle Küçük Galeri olarak adlandırılan Oda B’deki kabartmalar, içinde bulunulan ortam, dar girişe ve kayalara vuran güneş ışığı gizemli ve olağandışı bir deneyim yaşatıyor. Hitit kralları ya da tanrıları bizi izliyor gibi hissediyoruz ve hiçbirimiz bu doğal kutsal ortamdan ayrılmak istemiyoruz. Akşamın en güzel saatinde, güneş ağaçların ardından süzülen ışıklarıyla uzaklardaki tepelerde olağanüstü görünümlerle batmak üzereyken, Hititler’in dünyasına girdik. Tekrar zihnimde canlandırdığımda bile tuhaf bir sezgiyle orada dolaşıyorum sanki. Üstelik Hattuşa ve Yazılıkaya’ya yeniden gitme isteği de duyuyorum. 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...