29 Mayıs 2010 Cumartesi

Hephaistos'un Demirci Ocağı


İspanyol ressam Diego Rodriguez de Silva Velazquez’in (1599-1660) 1630 yılında yaptığı resim, tuval üzerine yağlıboyadır. 226 x 294 cm ölçülerindedir ve bugün Madrid Prado Müzesi'ndedir. Palomino’ya göre, Velazquez bu resmi İtalya dönüşünde krala vermiştir. 

18 Mayıs 2010 Salı

Hav

Kardeşimin laptop'unu açtığımda karşılaştım bu karikatürle ve bayıldım. Üzerinde yorum yapmaya hiç gerek yok.


10 Mayıs 2010 Pazartesi

Oyuncak Tasarımı

Çok güzel bir blog buldum. Joel Henriques, çocukları için yaptığı oyuncakların resimlerini blog'unda paylaşıyor. Aklıma babam geldi: oyuncak alırdı ama kendi de yapardı. Çok meraklıydı ve bizimle birlikte o da oynardı. Şanslı çocuklardık. Joel Henriques'in çocukları da öyle. Hem doğal malzemeler, hem kimsede olmayan, özgün tasarımlı yoyolar, oltalar,  kuklalar ve diğer oyuncaklarla oynarken çok mutlu görünüyorlar. Plastik Çin oyuncakları yerine böyle ahşap, kağıt, metal vb. malzemelerle yapılan üretimler ne hoş.




 

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

4 Mayıs 2010 Salı

Nakkaş Osman

Osmanlı klasik minyatür sanatının en olgun ve verimli dönemi olan 16. yüzyılın ikinci yarısında, sarayın baş minyatürcüsü Nakkaş Osman’dır. Osmanlı saray nakkaşhanesinde, yazmalar için önce bu işle görevli nakkaşlardan örnek hazırlaması istenir, padişah onay verirse asıl nüsha yapılırdı. Arşiv belgeleri bu eserleri hazırlayan sanatçılarla ilgili en güvenilir kaynaktır ama bu konularla ilgili yeterli çalışma yoktur. Topkapı Sarayı’ndaki atölyesinde çıraklarıyla birlikte el yazmaları resimleyen Nakkaş Osman’ın arşivlerde ve tasvirli kitaplarda adı geçmekle birlikte hayatı hakkında bilgiye sahip değiliz. Ancak yaptığı 600’den fazla minyatür, onun önemli bir nakkaş olduğunu gösterir. Tarihçi Gelibolulu Mustafa Âli’nin Menakıb-ı Hünerveran (1) adlı kitabında övdüğü sanatçı, döneminin diğer nakkaşlarıyla klasik kabul edilen bir ekol oluşturur, Osmanlı tasvir sanatının karakterini belirler ve İslam minyatürlerinden ayırt edici özellik kazandırır.

Nakkaş Osman ve okulunun, II. Selim dönemi eseri olan, 1568-69 tarihli, Kanuni’nin son Macaristan seferinin konu edinildiği, 39 x 25 cm ölçülerinde, 305 sayfalık ve 20 minyatürlü ‘Nüzhetü’l-ekber der-sefer-i Zigetvar’ adlı kitapta yer alan resimlerinde, sadelik, kompozisyonda ustalık, belgecilik, biçimde ve içerikte bütünlük göze çarpar. Tam veya çift sayfa minyatürlerde figürlerle çevre uyumludur.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Harika Dolaplar


Mondrian resimlerinin örnek alındığı bu dolapları çok beğendim. Tasarım Shiro Kuramata'ya ait. Capellini firması için üretmiş...

7 Nisan 2010 Çarşamba

19. Yüzyıl Batı Resminde Melankoli

Batı sanatında melankolinin tasvirlerine Eski Yunan döneminden beri rastlanır. Bu tasvirler insanın acılarının, kaygılarının, suskunluğunun, sıkıntılarının, yalnızlığının sanatçı üzerinde bıraktığı etkileri ortaya koyar. Ortaçağ'da sanatçılar, toplumsal dengesizliği, büyücüleri, simyacıları, dini baskıları ve kasvetli ortamı gösteren yapıtlar üretirler. Flaman ve Alman ressamlar insanların ruh yapılarını, gülünç ve acınacak hallerini fantastik bir kurgu içinde aktarırlar. Bu dönemde melankoli acedia kavramıyla bir tutulmaya başlar. Acedia, kafakarışıklığından gelen ve bunalıma neden olan üzüntü, enerji düşüklüğü, içsel bıkkınlık, toplumsal yaşamdan uzaklaşmak, ilgisizlik ve tembellik olarak tanımlanır. Zamanı da temsil eden Satürn, melankoliklerin gezegenidir. Ortaçağ’ın sonlarında, melankoli tanrısı Satürn’ün, etkisi altında doğanlara zorluklar ve talihsizlik getirdiğine inanılır.

19. yüzyılda, içinde bulundukları düzenden hoşnutsuz Romantikler, geçmişe ve sonsuzluğa özlem duyarlar. Gerçeklerden kaçıp sezgilere, duygulara, efsanelere, uzak kültürlere, doğaya, mistik ve esrarengiz olana yönelirler. Doğanın görkeminden ve insanın doğa karşısındaki çaresizliğinden etkilenirler. Yüzyılın ikinci yarısında, Sembolistlerin simgesel ifadelerinde hayaller, yalnızlık, düşler, melankoli, gizem, tinsellik önemli unsurlardır. Varlıkların iç dünyalarını, nesnelerin gizini, doğanın ruhunu verirken, çağrışımlara ve sembollere başvururlar. Her sanatçı kendi gördüklerini, yaşadıklarını, edebiyattan aldıklarını, imgelem gücüyle bir araya getirir.

24 Mart 2010 Çarşamba

Çınar Ağacı

On iki yıldır pencereden baktığımda orada görmekten memnunluk duyduğum, 6. kata kadar yükselen çınar ağacını Cumartesi günü kesmişler. Çok üzüldüm. Bahar ve yaz aylarında öyle güzeldi ki, yaprakları o kadar yoğundu ki. Bu haliyle karşıdaki apartmanı tamamıyla kapatıyordu. Şimdi ise yeşillik yerine binalara bakıyorum. Sadece o değil, arka taraftaki beş ağaç daha onunla aynı sonu paylaşmışlar. Aklım almıyor bir türlü. Dünyanın en mühim canlısı insanlar ya, her şeyi kafalarına göre uygulamakta serbestler. Sanki ağaç canlı değil...

Zaten apartmanların çatılarında radyasyon yayan baz istasyonları kurulmuş. Ağaçlar radyasyonun zararlarını bir ölçüde önlüyordu. Tam kıştan çıkmışken ve yaza  kadar yeşil yapraklara kavuşacakken. Artık kat kat yükselen dallarına kuşlar konamayacak. Neşeli kuş cıvıltıları olmayacak. Ağacın 15 metreyi geçen boyu vardı. Şimdi sadece 3 metre kalmış gibi. Dallarından değil, gövdeden kesilmiş. Yaz sıcağında  kuruyacak muhtemelen.  Apartmanların arasında hala çam türleri ve cılız küçük ağaçlar dursa da binalar arasında sıkışmış olan ve insanın nefes almasını sağlayan; her mevsim ayrı görünümüyle sevinç veren görkemli olanları yok artık...

21 Mart 2010 Pazar

"Benim Adım Orman" ve "Serapmış"

Şiddetle Şebnem ferah konserine gitmek istiyorum. Bağırmak, bağırmak, bağırmak olabildiğince... Benim Adım Orman diye "İçimden geçeceksen eğer / Burdayım yürü üzerime / Ateş şiir hepsi benim hazırım ben / Gel gel gel gel / İstersen dinlen içimde / Köklerimden bir şarkı var dilimde / Çıplak ayaklarla gez her köşemde / Gel gel gel gel / Benim adım orman / Örtü yaptım yapraklardan / Serdim herkesin üstüne / Biz hepimiz uyuduk bittik yalnızlıktan /Yeşildim olabildiğince / Yaşlandım maviye değince / Hem gündüz hem gece aklına düşünce / Gel gel gel gel / Benim adım orman / Örtü yaptım yapraklardan / Serdim herkesin üstüne / Sür yüzünü yüzüme korkma yalnızlıktan..."



Benim Adım Orman albümünde özellikle Serapmış, Merhaba, Yalnız, Eski, İstiklal Caddesi Kadar, Bazı Aşklar favorilerim ama albümün tamamı iyi ve güçlü şarkılardan oluşuyor. Son derece içten. Duyguların aktarımı, sözler, müzik ve ses mükemmel. Gerçek sanatçılar çok şanslı. kendini sahici ifade edebilmek, öyle yaşayabilmek, mutsuz ya da mutlu fark etmez bunu yapabilmek maalesef her faniye nasip olmuyor. İçtekiler yansıtılamayınca birikip ya bir sağlık sorununa ya da ruhsal patlamaya neden oluyor.

"Güneş batınca fark ettim / Bütün hayallerim caddeye uzanmış / Tüm doğru bildiklerim asfalta akmış / Hepsi serapmış / Birileri var önümde gerimde / Her yanımda yüreğimde / Kalabalığın içinde dışında / Her yerde yalnızlığımda / Karaya oturmuş eski bir gemide/ Gölgesinden sıkılmış söğütte / Baktığım her yerde her aynada / Mutluluktan sürülmüş / Sanki yasaklanmış biri var / Ellerinden içilmiş şarapta / Gözlerinden okunmuş şiirde / Baktığım her yerde her aynada / Mutluluktan sürülmüş / Sanki yasaklanmış birileri var / Güneş batınca fark ettim / Bütün hayatım caddeye uzanmış / Yolun tam yarısında asfalta akmış / Her şey serapmış..."

Bazı satırlar bana hayatı kaba oyalanmalar gibi gören 19. yüzyıl melankoliği Nerval'i hatırlattı:"Belki sonsuza dek o mutsuzlardan biri de ben olacaktım"..., 'Ölmek, ey ulu Tanrım söz verdiğiniz mutluluk sanki yalnız ölümle gerçekleşecekmiş gibi niçin her an bu düşünce usuma gelip durur?"...,"Nedir bu? mutlulukla arama giren! yazık bize! yalnız kartal bakabilen kazasız belasız utkuya ve güneşe"...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...