5 Ağustos 2010 Perşembe

Baş Aşağı





Bu fotoğrafta; duruşu, duvarı, zemini, elbiseyi, kumaşın dalgalanışını, modelin pozunu, kısacası her ayrıntıyı çok beğendim.

Baş aşağı duruş bana Georg Baselitz'in tablolarını hatırlattı.

PHOTOGRAPHY BY STEVEN MEISEL VIA HAUTE DESIGN


29 Temmuz 2010 Perşembe

Giorgio de Chirico ve Melankoli

Günüme uyan bir kayıt. Hem resimler hem müzik. İkisini de çok severim.


Giorgio de Chirico ve Melankoli

22 Temmuz 2010 Perşembe

Sanki Hepsi Hayal

İnsanlar geçiyor gözümün önünden,
konuşuyorlar, gülüyorlar, bakıyorlar.
Bir vapur süzülüyor mavi sularda, 
gökyüzünde martılar kanat çırparken.
Sanki hepsi hayal,
gözümü kapatıp açıyorum,
kayboluyorlar.
Anlıyorum ki ben istediğim için oradalar,
düşündüğüm için görünüyorlar.

1993 Kasım

17 yıl önce yazmışım. Geçenlerde Maddenin Ardındaki Sır adlı kısa belgeseli izlediğimde aklıma geldi ve girişinde "Gerçek ya da Düş, Doğru ya da Yanlış, İyi ya da Kötü Ne Fark Eder ki Sanki", "Ne Şiir ne de Başka Bir Şey", "Sorgulamalar İçe Yönelik, Anlık Yönelimler İçten Gelen" yazan defterde buldum onu.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
 Creative Commons License

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Sessiz Çığlık

Edvard Munch'un yaptığı 50'den fazla gravürü olan Çığlık'ın 1893 tarihli renkli versiyonunda körfez, küçük yelkenli gemiler ve resmi çaprazlama kesen parmaklıklı köprü, sahnenin kuzey sahilinde olduğunu gösterir. Munch 1892 yılında hastalığı sırasında yazdığı günlüğünde bu sahneden söz eder; "İki arkadaşımla güneşin batışında yürürken aniden gökyüzü kahverengiye dönüştü. Durdum, hissizleştim ve bir parmaklık üzerine dayandım. Kentin ve mavi fiyordun üzerinde ateşin dili ve kan vardı. Arkadaşlarım yürümeye devam ettiler ben ise hala orada korkuyla titreyerek kalakaldım ve doğanın içinden gelen sonsuz çığlığı duydum". Munch Dostoyevski ve Kierkegaard okurdu. Kierkegaard'ın şu pasajından etkilenmiş olmalı: -Ruhum öyle ağır ki hiçbir düşünce artık onu yükseltemez ne de kanat vuruşlarım onu sonsuzluğun içine çekemez. Herhangi bir şey onu kımıldatmazsa sadece yeryüzünde kalır, fırtınadan önce alçakta uçan bir kuş gibi. Ezicilik ve kaygı iç dünyamın üzerine çöküyor-...

3 Temmuz 2010 Cumartesi

İkinci Asker Ressamları Kuşağından Süleyman Seyyid

İkinci asker ressamları kuşağından olan Süleyman Seyyid 1842 yılında Üsküdar’da doğar. Babası Kartal Maltepe eşrafından Hacı İsmail Efendi, dedesi ise ünlü bir sedef kakma ustasıdır. Süleyman Seyyid ilk ve orta öğrenimini Maltepe ve Maçka Askeri okullarında tamamladıktan sonra Harbiye Mektebi’ne geçer. 1862 yılında teğmen olarak mezun olduğu bu okulda M. Joseph Schranz ve M. Gués onun resim yeteneğini fark ederler. Karakalem, suluboya ve yağlıboya resimleri beğenilince Abdülaziz döneminde Paris’te Türk öğrenciler için kurulan Mektebi Osmani’ye gönderilir. Mekteb-i Osmani’de Fransızca öğrenir ve Güzel Sanatlar Okulu’nda önce Gustave Baulanger ve Robert Flori, daha sonra da altı yıl Alexandre Cabanel atölyelerine devam eder. Süleyman Seyyid’in dikkatli çalışmasını geliştirmesine yardımcı olan Cabanel portrelere, günlük yaşam ve tarihi konulara ağırlık veren, akademik ve klasik anlayışı estetik anlayışa tercih eden bir ressamdır.

Süleyman Seyyid Paris’teki ilk yıllarında hocasının da etkisiyle tarihsel olayları resmetmeye yönelir. Arkadaşları doğallığı ve perspektifi önemsediği için ona ‘metrologiste’ -ölçülü- adını takarlar. O sırada Abdülaziz tarafından gönderilen Şeker Ahmet Paşa ve onlardan daha önce ailesinin desteğiyle gelmiş olan Osman Hamdi Bey de Jean-Leon Gerome, Gustave Boulanger gibi oryantalist sanatçıların atölyelerinde çalışmalarda bulunurlar. Dönemim sanat çevresinden etkilenen Süleyman Seyyid aldığı eğitim sonucu bir eseri için aylarca uğraşan ve gerçeğe uygunluğa önem veren titiz bir ressam olur. Paris’te sekiz yıl kalır ve resimlerini sergiler. Bu arada ‘Officer dé Academié’ madalyasını alır.

15 Haziran 2010 Salı

Evinden Çıkman Gerekmez

"Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde." Franz Kafka, Günah, Acı, Umut ve Doğru Yol Üzerine Düşünceler, s: 7

"Sen bir aylak, bir uyurgezersin, bir istiridyesin. Tanımlar saatlere, günlere göre değişiyor ama taşıdıkları anlam az çok belli: yaşamanın harekete geçmenin, bir şey yapmanın pek sana göre olmadığını hissediyorsun; sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun." Georges Perec, Uyuyan Adam s: 18 "Odan dünyanın merkezi."   Georges Perec, Uyuyan Adam, s: 35

"Tam bir huzur içindesin, her an esirgeniyor, korunuyorsun. Çok mutlu bir parantez içinde hiçbir şey beklemediğin, vaatlerle dolu bir boşlukta yaşıyorsun. Görünmez, duru ve saydamsın. Yoksun artık: saatlerin ardından, günlerin ardından, mevsimler geçerken, zaman akarken, neşelenmeden, hüzünlenmeden, geleceksiz ve geçmişsiz, öylece, düpedüz, apaçık yaşayaduruyorsun..." Georges Perec, Uyuyan Adam, s: 54

Perec, Georges, Uyuyan Adam, çev: Sosi Dolanoğlu, Metis Yayınları, Haziran 2000

Yedi sekiz yıl önce okuduğum bu kitabın sayfalarında dolaşıyorum, işaretlediğim yerlere bakıyorum. Uyuyan Adam'da Beckett karakterlerinin tadı var sanki. Aslında Uyuyan Adam flaneur de. Ne güzel söylemiş Kafka ve Perec. Ben de öyle düşünüyorum ama kısa bir süre için durgun sularda sise doğru yüzmeye gidiyorum.
 

10 Haziran 2010 Perşembe

Bir Kuşun Portresini Yapmak İçin

...Önce bir kafes çizmeli / Açık bir kapıyla / Çizmeli sonra / Hoş birkaç şey / Basit birkaç şey / Güzel birkaç şey / Yararlı birkaç şey/ Kuş için / Yerleştirmeli sonra tuvali ağaca karşı / Bir bahçede / Bir korulukta /  Bir ormanda ya da / Saklanmalı bir ağacın arkasına / Ses çıkarmadan / Kımıltısız... / Bazan kuş yaklaşır hızla / Ama karar vermesi / Uzun yılllar alabilir / Kırılmasın cesaretiniz / Beklemek gerekir / Gerekirse yıllarca / Hiçbir ilişkisi de yok  / Tablonun başarısıyla / Kuşun hızlı ya da yavaş gelmesinin / Kuş geldiğinde / Eğer gelirse / Uymalı derin sessizliğe / Beklemeli kuş girsin diye kafese / Kapamalı kapıyı usulca fırçayla / Sonra / Silmeli birer birer demir telleri / Özen göstererek dokunmamaya / Tek tüyüne bile kuşun / Peşinden resmi yapılmalı ağacın / Seçerek en güzel dalları / Kuş için / Hatta yeşil yapraklarla rüzgarın serinliğini de çizmeli / Güneşin tozunu / Yaz sıcağında otlardaki böceklerin gürültüsünü / Ve sonra beklemeli / Kuşun keyfince şarkılar söylemesini / Eğer ötmezse kuş / Kötüye işaret bu / Tablonun kötü yapıldığına / Eğer öterse iyiye işaret bu / İşareti imzayı kondurmanın / O zaman usulca koparırsınız artık / Kuşun tüylerinden birini / Ve yazarsınız adınızı tablonun bir köşesine..

Şiir: Jacques Prévert, çeviri: Metin Cengiz

Şiir Cem Mumcu'nun  7 Haziran 2010 tarihli Her Yerde Kendin Varsın adlı yazısından alıntıdır.

3 Haziran 2010 Perşembe

Komodin

Orijinalinde açık kahve rengindeydi. Mobilyada kahve tonlarını sevmediğimden her yere Miro figürleri yapma hastalığım olduğu zamanlar :) boyamıştım. Çekmecelerinde akrilik boyalar ve fırçalar bulunan komodinin aşağıda eski ve son bir yıllık hali.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Hephaistos'un Demirci Ocağı


İspanyol ressam Diego Rodriguez de Silva Velazquez’in (1599-1660) 1630 yılında yaptığı resim, tuval üzerine yağlıboyadır. 226 x 294 cm ölçülerindedir ve bugün Madrid Prado Müzesi'ndedir. Palomino’ya göre, Velazquez bu resmi İtalya dönüşünde krala vermiştir. 

18 Mayıs 2010 Salı

Hav

Kardeşimin laptop'unu açtığımda karşılaştım bu karikatürle ve bayıldım. Üzerinde yorum yapmaya hiç gerek yok.




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...