24 Haziran 2009 Çarşamba

19. yüzyılda Fransız Şairleri

19. yüzyıl Avrupa’da bunalım, huzursuzluk ve çöküntü çağıdır. Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi’nin etkilerinin görüldüğü çalkantılı dönemde uluslar kimliklerini bulmaya çalışırlar. Yeni gelişmeler ve uyanışlar olur. İlerlemeler karşısında geleceğe karşı korku ve umutsuzluk ortaya çıkar. Dinsel inançlar yıkılmaya başlar ve tanrının varlığı sorgulanır. Bilim önem kazanır. İnsanlar karmaşa içinde kendi yerlerini ararlar. Yazarlar kitaplarında, ressamlar tuvallerinde inancı azalan bireyin sarsılan kültür ve ahlâk içindeki durumunu ve endişelerini anlatırlar. Düşünürler yeni fikirler, çözümler ve yorumlar üretirler.

Böyle bir ortamda felsefe, müzik, sanat ve edebiyatta Romantik akım kendini gösterir. Uzak ve ulaşılmaz olanın özlemini duyan romantikleri gece, alacakaranlık, düşler, doğa, eski uygarlıklardan kalıntılar ve doğaüstü şeyler çeker. Gerçeklikten, toplumsal sorunlardan kaçarak geçmişe, kasvetli, esrarengiz ve gizemli olana ilgi gösterirler. Düşler ve peri masalları sisin çocuklarıdır (Baudelaire). Özgürlük, yalnızlık, tinsellik, duygular, içe yönelme ve sezgiler önemsenir. Doğa ve insan kaynaşır. Romantik kişi bireyseldir, dâhilere özgü bir tembelliğe sahiptir, kendi varlığında kendini uyumsuz, aykırı biri olarak duyumsar. Duygular ile gerçek dünya arasındaki fark büyüktür. Bütün bu özelliklerden dolayı romantiklerin pek çoğu melankoliktir ve genç yaşta genellikle veremden ölürken bazıları da intihar eder. Çağın hüznünü yansıtan Chateaubriand kurulu düzeni yadsır. Çalışmalarında yaşama duyduğu kini ve umutsuzluğunu işler. Başka bir romantik Lamartine'in şiirlerinde ise hiçlik ve boşluk duygusu egemendir. Hayatının son dönemlerinde öncekine oranla daha acı bir kederle yazılmış içe kapanık ve dağınık şiirleri vardır...

20 Haziran 2009 Cumartesi

19. yüzyılda Fransa'da Klasisizm

Jacques-Louis David, Madame Récamier, 1800
18. yüzyılda mimarîde Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Avusturya gibi ülkelerde bitkisel motiflerin ağırlıkta olduğu Rokoko tarzı görülür. Dekoratif sanatlarda ve iç mekân düzenlenmesinde egemen olan bu süslü stilden ressamlarda etkilenir. Aydınlanma ile birlikte akıl dini inançların önüne geçer. Akla dayalı olarak doğan entelektüel kültür alanları da bilimsel nitelik kazanmaya başlar. Toplumun özerk bireylerden oluştuğu vurgulanır. Bu dönemde eğitim yeniden düzenlenir. 1789 Fransız devrimiyle özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkeleri, İngiltere’de sanayi devrimiyle de endüstri önem kazanır.

18 Haziran 2009 Perşembe

İnsan, Yaşam ve Kavramlar Üzerine Aforizmalar 2

Beklemek hiçbir şey yapmamak değildir; sabrın ölçütüdür. Bazen yapacak bir şey yoktur beklemekten başka. Beklenecek herhangi bir şey yoksa o zaman hiçbir şey yapmamak söz konusudur.

Acı içtedir, sonsuza dek yanan ve yakandır. Güzel zamanlar ve anlar da vardır yaşanan, sonunda hep acıya dönülse de.

Sabahları neşeyle uyanıyorsan her şey yolundadır. Eğer gününün en melankolik saatleri uyku sonrasıysa bütün gününe yansır bu. Huzurla uyanabilmek için bir ümit olmalıdır içinde.

Sevgi insanın en büyük gücüdür. Sadece insana karşı değil, canlı cansız tüm varlıklara duyulan sevgi sonsuzdur. Eğer insan sevgi vermek isterse içinde bitip tükenmez bir kaynak vardır...

16 Haziran 2009 Salı

İnsan, Yaşam ve Kavramlar Üzerine Aforizmalar 1

Önce bebektir; masum, sonra çocuk; dünyayla oyun oynayan, sonra genç; mutsuz, umutsuz, huzursuz, ışığı arayan, zorlukları fark ettiğinde savaşmadan ölmek isteyen, sonra yetişkin; sıradan yılların hızla aynı şekilde geçtiğini fark eden ve en son yaşlılık; hüzün, yalnızlık ve korkuyla beklenen son.

İnsan bir şeylere merak duyar, bir hedef belirler kendine ve çabalar çünkü böyle yapmazsa 'hiç' olacağını düşünür. Kendisi hakkında böyle düşünülmesi de korkutur onu.
'Hiç olmamalıyım, buna asla izin vermemeliyim' der ama durup bir kez bile hiçlik üzerine düşünmez...

4 Haziran 2009 Perşembe

Beyaz Büfe

 

Fransız grafik tasarımcıları Antoine + Manuel'in Barcelona Dizayn için yaptıkları bu büfe tasarımı harika. Kapaklardaki özellikle manzara görünümü çok hoş: bulutlar, üçgen alınlıklı ve kemerli bir yapı, su, ağaç... Üstelik beyaz ve mat. Tasarımın her bir ayrıntısı özenli ve incelikle ele alınmış.
 http://mocoloco.com/archives/011081.php#

1 Haziran 2009 Pazartesi

Sanat Karşıtı Olarak Kitsch

18 yıl önce ilk kez post-modernizm ile birlikte duyduğum bir kavramdı kitsch. Modernizm ile üstü örtülen ama post-modernizm ile yeniden canlanan modernizme yönelik bir eleştiri. Post-modernizm eski ile yeniyi birleştirdiği için ironiktir ve kitsch ile benzer yanları da vardır. Kitsch; sanatta, bakışta, yaşamda bayağılık, ucuzluk, taklit, uyumsuzluk, rüküşlük, düzeysiz ve yüzeysel beğeni, içeriksiz bir özentilik, zevksizlik, aşırı abartı, teknik ve sanatsal yetersizlik gibi tanımlarla açıklanıyor. Olumlu karşılanan bir şey değil. 2000-2500 yıl öncesinden beri böyle bir beğeninin varlığı biliniyor. Roma döneminde Yunan heykellerinin kopyaları yapılırdı. Günümüzde tüketime, kitleye ve popüler kültüre yönelik üretilen, estetik yönü zayıf endüstri, medya, reklam ürünleri de kitsch olarak adlandırılıyor. Bir şeyler yaptığını sanan yüzeysel, sahte ve değersiz bir üretimdir. kalıcılığın değil günü kurtarmanın peşindedir. Sanatın karşısındadır ama sözde sanat eseri olarak görüldüğü de olur...

24 Mayıs 2009 Pazar

Sıkıntı - Huzur - Umut

Sıkıntı melankoliğe eşlik eden arkadaştır :) Öyledir gerçekten. Hep canı sıkılan ama neye sıkıldığını bilemeyen insanlar vardır. Kişisel tarihinde bu sürüp giden kronikleşen bir durum olursa melankoli de peşinden ayrılmaz.

"19. yüzyılın ortasında, Flaubert, Aziz Antonius'un ruh halini sıkıntıyla ifade eder: Ah nasıl canım sıkılıyor! nasıl canım sıkılıyor! Bir şey yapmak istiyorum ve bunun ne olduğunu bilmiyorum; bir yerlere gitmek istiyorum, nereye bilmiyorum; ne istediğimi bilmiyorum, ne düşündüğümü bilmiyorum, istemeyi arzulamak bile geçmiyor içimden."* Sanki Ivan Gonçarov'un Oblomov'u söylemiş gibi bu sözleri ya da boş verin roman kahramanını siz de zaman zaman böyle hissetmez misiniz?

Ne yapmak istediğini bilmemek ya da aslında her şey yolundaymış gibi görünürken can sıkıntısı. Her şey yolunda mıdır aslında? Sıkıntının kaynağı nedir? Boşluk mudur? Varoluş mu? Varoluşla insanın kendisi arasına koyduğu mesafe mi? Hayata bakış açısı mı?...

22 Mayıs 2009 Cuma

Didyma Apollon Tapınağı

Didim Kuşadası’na 73, Bodruma 110 km uzaklıkta. Kuzeyinde Bafa gölü ve Menderes Nehri, batısında ve güneyinde Ege denizi doğusunda Akbük körfeziyle sınırlı bir yarımada. Antik dönemde bir kehanet merkezi olan ve Miletos kentine bağlı olan Ddyma’da Apollon için bir tapınak yapılır. Işık, güneş, müzik ve kehanet tanrısı Apollon bir gün, Didim yöresinde çobanlık yapan Brankhos'a rastlar ve ondan çok hoşlanır. Ona biliciliğin sırlarını öğretir. Çoban Brankhos da ilk Apollon adına Brankhid rahipleri için ilk tapınağı yaptırır. Bu bölgedeki yapılaşma Arkaik döneme kadar uzanır.


20 Mayıs 2009 Çarşamba

Bir İyon Kenti: Miletos


Miletos, Priene ile Didim arasında, Priene’ye 20, Söke’ye 30 km mesafede Balat köyü yakınlarındadır. Büyük Menderes’in denize ulaştığı yerde yarımada üzerine kurulan ve Priene gibi İyon uygarlığına ait olan liman kenti Miletos, büyük filozofların ve mimarların da doğduğu bir yer. Matematikçi, astronomi bilgini ve düşünür Thales, fizik ve doğa bilimcisi Anaksimandros (M.Ö 610-574) ve öğrencisi Anaksimenes, Mimar Hippodamos ve Ayasofya‘nın mimarı İsidoros de Miletos’ludur.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Bir İyon Kenti: Priene

Atina’nın kurucuları İon kavimleri M. Ö. 1200’lerde Yunanistan’dan Batı Anadolu kıyılarına göç edip İzmir çevresine yerleşirler. Burada kentler inşa ederek denizcilikte, heykel ve mimaride gelişmiş yeni bir uygarlık oluştururlar. Bölgedeki 12 İon kenti: Foça, Ertyhrai, Khios, Klazomenai, Teos, Lebedos, Kolofon, Efes, Samos, Priene, Myus ve Milet'tir. Panionion Birliği'ndeki en hareketli liman kentlerinden biri olan Priene Söke’ye 12 km mesafede Güllübahçe kasabasının yakınında, Mykale dağı yamacında güneye bakan doğal bir platformda ve çevresindedir. İyon kentler birliğinin en hareketli liman kentlerindendir. İlk kent M.Ö. 1100 yıllarında İyonlar tarafından deniz kıyısında kurulur. Heraklia, Efes, Miletos ve Myus kentleriyle aynı kaderi paylaşır. Bir zamanlar deniz kıyısındayken ve limana sahipken Menderes nehrinin taşıdığı alüvyonlar yüzünden Latmos körfezi dolar ve Priene denizden 5.5 km uzaklaşıp iç kent haline gelir. İkinci kuruluşu M.Ö. 350’deki bugün kalıntıların bulunduğu yerdedir.

Miletos'lu Hippodamos’un ızgara planı -dik açılarla kesişen bir geometrik düzen- ile yamaca oturan Priene antik şehir planlamasının önemli bir örneğidir. Hippodamos planı bugün de şehir kuruluşlarında uygulanmaya devam eder. Sağlam, rustik bir kent duvarı ile çevrili Priene bölgeye ait gri-mavi mermerden inşa edilen yapılarıyla zamanında gösterişli bir yerdir. Atina’nın yardımlarıyla kurulduğu için Atina’nın etkisi ve yönetimi altında kalır. Daha sonra Bergama Krallığı'nın ve Roma’nın egemenliklerine geçer. Bizans döneminde önemli bir psikoposluk merkezi olur ama 13. yüzyılda terkedilir...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...