18 Mart 2015 Çarşamba

Alberto Giacometti Sergisi

20. yüzyıl sanatında önemli bir yere sahip İsviçre asıllı heykeltıraş ve ressam Alberto Giacometti’nin (1901-1966) Türkiye’deki ilk retrospektif sergisi 11 Şubat’ta Pera Müzesi’nde açıldı. Müzenin 5. ve 4. katlarında 26 Nisan’a kadar izlenebilecek olan ve belirli başlıklar altında ele alınan kapsamlı sergi Paris’teki Giacometti Vakfı’nın katkılarıyla ve vakfın yöneticisi Catherine Grenier’in küratörlüğünde düzenlendi. Cenevre Güzel Sanatlar Okulu’nda, İtalya’da ve Paris’te sanat eğitimi alan sanatçının Paris Montparnesse’taki 23 m2’lik atölyesinde çalıştığı desenleri, yağlıboya resimleri, büstleri, heykelleri; mektuplar ve çeşitli yayınlar gibi arşiv belgeleri; atölyesinde çekilmiş fotoğrafları; gençlik yıllarından son yapıtlarına kadar bir seçki* ile birlikte sunuluyor. Çoğunlukla bronz olan heykellerinin arasında az sayıda alçı ve mermer de bulunuyor.

Küçük yaşlardan itibaren heykel ve resimle uğraşmaya başlayan ve sanat hayatı boyunca insan figürünü ön planda tutan sanatçı; babası İsviçreli ressam Giovanni Giacometti etkisiyle ilk yapıtlarında Yeni İzlenimci örnekler verir. Portrelerinde özenli ve açık tonlamalarla ustaca renk uygulayışı babasının sanatsal gelişmişliğinden yararlandığını gösterir. 1925 yılından sonra basit ve geometrik formlu Avangard ve Kübist heykel çalışmalarıyla uğraşır. Afrika ve Okyanusya sanatlarına, Kübizme ve Sürrealizme yakınlık duyar. Constantin Brancusi, Alexander Archipenko, Henri Laurens ve Jacques Lipchitz gibi sanatçıların I. Dünya Savaşı öncesine ait modern, kübist, soyut heykelleri Giacometti’ye ilham kaynağı olur. Dinamizm ile sabitliğin, soyut ile figüratifin çelişkisinden rahatsızlık duyan sanatçı hafif ve hayali formlar üzerinde çalışmaya başlar.

Alberto Giacometti, Sabahın Dördünde Saray, 1932 Giacometti 1927 yılında Zürih’teki ilk kişisel sergisinden sonra kafeslere, çok renkli ve erotik kinetik nesnelere, soyutlamaya yakın denemelere bir süre devam eder. Sanatçı için yenilikçi bir başlangıç sayılabilecek 1929 tarihli ‘Gazing Head’’de ayakta duran dikdörtgen yüzey üzerinde biri dik diğeri yatay oval oyuklarla en sade şekilde ifade bulan baş soyut anlatıma sahiptir. Stilize edilmiş bir kadının elleriyle boşlukta bir şeyi tuttuğu -muhtemelen Eski Mısır’da Kâ olarak adlandırılan ruhu- ‘Görünmez Obje’ ile; basit ama düşündürücü, karşıt duygular uyandıran, narin, organik formlu ve hareketli ‘İzlerin Saati’ (1930) adlı heykelleri Andre Breton’un ve Salvador Dali’nin ilgisini çeker. Sürrealist döneminde simgesel olan ve hayal ile gerçeği birleştiren objeler üzerinde çalışır. ‘Asılı Top’, ‘Bir Kadın Figürü’, ‘Hoşa Gitmeyen Obje’, ‘Sürrealist Masa’, ‘Sabahın Dördünde Saray’bu döneminin heykellerindendir. 1930’ların ilk yarısında Sürrealistlerin etkinliklerine katılan ve “Devrimin Hizmetinde Sürrealizm” adlı dergiye yazılar yazan Giacometti’nin tarzı yine de onlardan farklıdır. O doğaya ihtiyaç duyar ve temel niteliklere önem verir. Bir gruba bağlı olmak istemese de Paris Okulu’na dâhil edilir.

Pera Müzesi’ndeki sergide Giacometti’nin çok bilinen uzun figürlü heykellerinin yanı sıra son derece başarılı çalışmalarından biri olan 1929 tarihli ‘  Uzanmış Düş Gören Kadın’ da yer alıyor. Düşler gerçeklikten koparan araç olduğu için özellikle Sürrealistler için önem taşır. Sanatçı bu tarz gizemli kadın figürlerinden farklı düzenlemelerle bir seri üretir.  Birbirine paralel iki dalgalı plakanın dikey ince şeritlerle bütünleştiği çarpıcı bir şiirsellikteki kompozisyonda egzotik sanatların özellikle Afrika’nın etkisi algılanır. Heykeldeki oval formun kadının başını, kavisli hatların da hayali bir manzarayı ya da bir erkek ve kadın figürünü simgelediğini düşünebiliriz.

Giacometti, Minotaure’daki (No 3, 1934) bir yazısında, birkaç yıldan beri, zihninde bitmiş biçimleriyle canlanan heykeller yaptığını ve onları sadece mekân içinde hiçbir şey değiştirmeden, anlamlarını sorgulamadan tamamladığını anlatır. Önce aklında beliren tasarımlar titiz bir hazırlık dönemi sonunda hızlı bir şekilde ortaya çıkar. Heykellerini bronza dökmeden önce metal bir iskeletle başlayıp üzerine kil yapıştırır ve biçimlendirir. 1934 sonrası heykelleri gittikçe daha küçük boyutlara indirgeyen sanatçı 1935-1947 yılları arasında sergi açmaz.

Birini tanındığı gibi değil görüldüğü gibi betimlenmesi gerektiğini” savunan Giacometti’nin yakın çevresi saatlerce atölyesinde oturarak modellik yapar. Modelleri olmadığı zaman da aklındaki imgeler objeye dönüşürken kişisel özellikleri bir başka imgeyle birleşir. 1945’ten sonraki çalışmalarında özellikle üzerinde durduğu konular olan yalnız veya grup halinde yürüyen aşırı zayıf adamlara, ayakta duran ufak kafalı kadınlara ve büstlere gerçekte olduğu gibi değil kendisine göründüğü gibi form kazandırır. Onun dünyasındaki figürler hep hareket halindedirler. Bronz malzemeyle çalıştığı heykellerinde biçimleri canlı görünmeleri için inceltip uzatır. Bu incelik melankoliyi, yabancılaşmayı, kırılgan insan varlığını ve yalnızlığını da vurgular. Savaş sonrası Avrupa’sındaki insanları gözlemleyen sanatçı kendi deneyimleriyle tedirginlik ve belirsizlik gibi duyguları aktarır. Belli bir mesafeden bakılıp yapılan, bazıları anıtsal olan, dimdik, varlık ve hiçlik arasında gölge gibi duran, iskeleti andıran, çelimsiz ve yalın aynı zamanda uzak ve ulaşılmaz görünen heykelleri sanatçının insanlık ile ilgili görüşünü ortaya koyar. Bu yapıtlardaki kadınlar ağaçları çağrıştırarak o yılların boş meydanlarının anısını da yansıtır.

'Uzun İnce Baş’ 1935-1940 arasında her gün sanatçının karşısında saatlerce oturan kardeşi Diego’nun büstüyle benzerlik gösterir. Burada basık bir kafa ve antik Mısır figürlerini hatırlatan bir profil göze çarpar. Ağzı aralık, uzatılmış çenesi ve burnu belirgin büste önden bakıldığında ince ve keskin hatlar görülür. Bu basık ve düz görünümlü çalışmalarıyla Afrika heykeline Batı heykelinden daha yakın olan ve insan yüzüne hayranlık duyan sanatçının son yıllarında yaptığı oturan veya şekilsiz bir gövde yığını üzerinde yükselen büstlerinde gözler ve etkileyici bakışlar önem kazanır. Gözlerdeki bakışı yakaladığında başka her şey onu takip eder.

Manzaraların ve portrelerin ağırlıkta olduğu resimlerinde sessizlik ve dinginlik içinde huzursuz bir atmosfer de varlığını duyumsatır. Kompozisyonun merkezinden ya da portrede yüzün ortasından başlayan yoğun çizgisel bir ağ gri, soluk mavi ve kahverengi gibi donuk renklerle tamamlanır. Buna karşın görüntünün ardındaki büyülü varlığı ele veren enerjik ince çizgiler derinlik de sağlarlar. Giacometti yüzlerde kişisel özelliklerle ilgilenmez. Sadece başın boşlukta nasıl göründüğüne odaklanır. Güzel resimler ve heykeller meydana getirmek ya da duygularını ifade etmek gibi bir amacı da yoktur. Onun için sanat gerçek sandığımız bir dünyanın yansıması değildir; dış dünyayı nasıl gördüğümüzü ileten bir araçtır.


Şiirsel dünyasının bir parçası olan heykelleri bittiğinde bile ısrarlı bir şekilde baştan ele alıp değiştiren ve yaşamının büyük bir bölümünü Paris’te geçiren Giacometti yapıtlarının fotoğraflarını ve baskı kopyalarını yayınlar. Sanatçı kardeşiyle birlikte çoğunlukla bronzdan ince lambalar, şamdanlar, aplikler, rölyefler, vazolar, maskeler, broşlar vb. çalışmalarda da bulunur. Paris sokaklarını, kafelerini, anıtlarını çizdiği 150 taşbaskısı ölümünden üç yıl sonra basılan ‘Sonsuz Paris’ kitabında yer alır.

* Toplam 123 eserin 35’i heykel, 19’u resim, ‘Sonsuz Paris’ dizisinden 37 desen, 28 fotoğraf ve 4 arşiv belgesi

NALAN YILMAZ, Pera Müzesi’nde Alberto Giacometti Sergisi, 11 Mart 2015, Lebriz Sanal Dergi

**** Bu sayfadaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
2008-2018  Creative Commons License

0 comments :

Yorum Gönder



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...