10 Ekim 2009 Cumartesi

Yalıtım - Soyutlanma

Yalnızlık insanın yakasını bırakmaz ve kendisiyle yaşatır. Bazen ondan kurtulmak istenir, bazen de ona sığınmak. Ne onunla ne de onsuz yapılır. Yalnızlık hissetmemek için uğraşlar edinilmeye çalışılır. Yalnızlık unutulmak istenir. Uzak durulması ve çağrılmaması gereken kötü bir cin gibidir. Mutsuzluk getireceğine inanılır. Ama o unutulamaz. Mutlaka bir aralık bulup ortaya çıkacaktır. Anlaşılmayı sonuna kadar yaşanılmayı isteyecektir. Çünkü yalnızlığı ve soyutlanmayı bilmeyen kendini de bilemeyecek korkularıyla yüzleşemeyecektir.

İnsan garip bir yolcudur. Nereden gelip nereye gittiğini bilmeden suskun, cevap vermeden geçip gider yolunda yalnız başına. Gördüklerini ve yaşadıklarını yüzünde taşır...

Mutluluk hiç beklenilmediği bir anda eşlik eder yalnız ve yalıtılmış ruha. Bunun farkına varmaksa çok zaman sonra.

Kimi kendini kendine adar ve garipsense de çevreden soyutlanır, yalnızlığı tercih eder ve beklentilere kayıtsız kalır. Karanlıklar içinde yanıp sönen zayıf ışığın peşindedir, sorularına cevap olacağını umarak. Eğer donuk bir yıldız gibiyken güçlendirilebilirse o ışığı içine alarak hiç sönmeden ışıldayacağını ve sonsuzluğu duyumsar.

İnsan yalnız olduğunu sansa da aslında değildir. En yalnız olduğunda etrafı en kalabalıktır da. Çevresinde dolanan ışınlarla sarılmıştır. Görünmezler ama elele tutuşup takip ederler yalnız olanı.

Yalnızlıktan korkan kimse kendiyle de hesaplaşmaktan korkar. Kaçar kendinden, o anın gelmesini geciktirir hep, sonra da mutsuzluğundan şikayet eder. Bir kere dönse kendine ve dinlese içten gelen –önce cılız dinledikçe güçlenen- sesi, korkusunun yersiz olduğunu anlayacaktır...


Sona ermeyen sıkıntı, huzursuzluk, hep başkalıkların peşinde oluş, görünüşle yetinmeyiş, sürekli hüzün, çelişki, kendine yöneliş, kırgınlıklar, korku, nedensiz kaygı ve kuşku, varoluş sorgulamaları, insan ilişkilerinde özenli olmayı, inceliği düşleme, hassas olma, geçmiş ve gelecekteki acıları duyumsama, kendini suçlama, çaresizlik hissetme ve umutsuzluk insanı melankolik yapar. Melankoli yalnızlık ve kederle birlikte varlığını sürdürür.

İnsan her yere beraber gittiği kendinden sıkıldığında içinden çıkacak o başka birinin özlemini duyar ve bekler. Dışarıdan hiç kimsenin sıkıntısına ve yalnızlığına son veremeyeceğini bilir.

Yalnızlık sadece olumsuz duyguları çağrıştırmaz. Dinginlik, sakinlik ve huzur için çoğu zaman bir ihtiyaçtır. Yalnız kalmak, çevreden soyutlanmak insanın kendi kendine yapabileceği şeyleri keşfetmesine de neden olur. Yaratıcılığı geliştirir. Keyif alınabilecek anlar olduğunun farkına vardırır.

Bu dünyada olmayanın özlemi içindeki kişi olanaksızı hayal eder. Dünyanın zevklerini hor görür, kabullenemez. Uyumsuzluk acı verse de bir yere, tanıma yerleştiremez kendini. Yabani olmak, yalnız bir münzevi olmak cazip görünür. Kendisine kaçışlarından zevk alır çünkü içini sadece kendisi anlayabilir. Ancak sıkıntılıdır da. Sorgulamaları, kendini suçlamaları, düşüncelere dalması onu içinden çıkamayacağı durumlara götürüp çelişkiler yaşamasına ve karmaşaya neden olabilir. O nedenle yalnızlık zordur. Kendisiyle hesaplaşmaya girme tehlikesini doğurur. Bu her ruhun göze alabileceği bir şey değildir.

İnsanlara uzak duran kişi aslında onlara en çok değer verendir de.

Felsefe tarihine bakıldığında düşünürlerin çoğunun yalnızlığı tercih etmesi ve önermesi, edebiyatta en derin yazıların yalnızlık, boşluk ve hiçlik üzerine yazılmış olması boşuna olmasa gerek.

Yalnızlık ve özgürlük birbirinden ayrı düşünülemez. Özgürlük yalnız insanın duyumsayacağı ya da en azından yaklaşabileceği bir şeydir. Yalnızlık bağlardan kurtulmayı da getirir. Ama böylesi bir durum insanı güvensizlik ve korku içinde bırakır.


Sanatçının, edebiyatçının ve filozofun yalnızlığı insanlık için, gelecek için, kendinden, bireysel yaşantıdan vazgeçmedir.

Topluluk içinde olmak kendini unutmak, kendi sesini susturmaktır. Kolay olan ve genellikle tercih edilen de budur.

Yalnızlığın en derinine inen ve orada kendisiyle karşılaşan kişi hiçliğe ve sonsuzluğa varır. Hiçliğin aslında aranılası bir şey olmadığını, tam da içinde bulunulan durum olduğunu fark eder. Acılar, sevinçler, tüm duygular, kavramlar ve nesneler kaybolur.

Varolmayanın, bir hayalin peşinde koşan, zarif, hassas, kırılgan kişiler için yalnızlık her zaman tercih edilendir. Ancak onlar dünyalarına kimseyi sokmamak için acımasızmış gibi görünüp, kalpsiz ve katı yürekli olarak suçlanmayı göze alırlar. Asık suratlı, soğuk, ulaşılamazmış gibi görünmeleri bundandır. İnsanlarla aralarında her zaman bir mesafe vardır. Kendilerine olan aşırı saygılarından yalnız kalmayı seçerler.
Yalnız kişiler içinde bulundukları durumun dayanılmazlığını fark ettiklerinde dehşete, inanılmaz bir kedere kapılırlar ama yine de yalnızlığa sarılırlar. Bir güç tarafından yalnızlığa mahkum edilmiş olduklarını düşünürler. Varlığını tek başına anlamaya çalışan bu tedirgin ruhlar genellikle topluluk tarafından hor görülüp alaya alınırlar.

Yalnız bir aylak insanları umursamaz bir tavır içinde olsa da aslında kendinden bile daha çok saygı duyar ve sever onları. Düşünceli ve duyarlıdır, insan ilişkilerinde başkaları için önemsiz detaylar onun için önemlidir. Kimsede rastlayamadığı özeni arar. İlişkilerle ilgili olarak sürekli sorgulamalar içindedir. Aylak olması onu kendisine ve çevresinde olup bitenlere hatta daha soyut düşüncelere iter. Her zaman çekip gitme isteği içindedir. Nereye, ne için olduğunu bilmeden sadece gitmek.


Yalnız kişi hiçbir dönemde hoş karşılanmamıştır. Genellikle ondan korkulmuştur, ama bu saygıyla karışık bir korkudur. Bilinmez biri olduğu için çekinilmiş ama bilgeliğine de saygı duyulmuştur.

Kalabalık içindeyken yalnızlık, tek başınayken yalnızlık yapışmıştır insanın üzerine. Nereye gitse ne yapsa beraberdir.

Sürüden ayrılan koyuna geridekiler hayret ederler. Uzaklaşan koyun ardına bile bakmaz. Bir çobanın peşine düşeceğini ama yakalansa da nasıl olsa yeniden deneyeceğini bilir çünkü bir kere yalnızlık duygusu ve isyankarlık tohumu ekilmiştir yüreğine.

Gündüzün gürültüsü, kargaşası, kalabalığı, duyulan boş sözleri, saçmalıkları, anlamsızlıkları bunaltırken; gecenin sessizliği, yalnızlığı, dinginliği, karanlığı, derinliği kendine getirir.

Ağlamak kolaydır eğer hüzün ve umutsuzluk birbirini izliyorsa. Gözyaşları kaçınılmazdır. Sonrasında rahatlamayı ve yalnız kalma isteğini getirir.

Sıcaklık, şefkat ve sevgi ihtiyacını sadece bir başka insanda karşılayabileceğini düşünen kişi yalnızlıktan kaçar. Sürekli yalnızlık içinde olan kişide ise sonsuz sevgi ve şefkat vardır ama bu tek kişiye değil bütün insanlığa ve canlılara yöneliktir.

Yalnızlık tek başına yollara düşme ya da çöllere, insansız yerlere gitmekle, Zerdüşt veya Manisa Tarzanı gibi dağlara ormanlara kaçmakla duyumsanan bir şey değil. Yalnızlığın ve varoluşun sonsuz çığlığı sadece dağlarda, ıssız çöllerde, dere ya da göl kıyılarında duyulmaz. Tam da kentin içinde kentli olarak yaşayan insan bunu daha derinden duyabilir. İnsanlar içinde ama onların hızından uzakta gittikçe daha da yavaşlayarak, bireyselliği ve yalnızlığı güçlendirebilir. Kendi içinde yalnızlığı bulunca güce de ulaşmış, belki de en zoru olan kendine katlanmayı başarmıştır.

Çalışmayı ve kalabalık içinde olmayı reddeden düşünür garip bir serüvene takılıp gittiğini fark eder. Elinde olan hiçbir şey yoktur. Sadece kafasındaki bitip tükenmeyen düşünceleriyle ve sezgileriyle yaşar. Eylem uzaktır ona. Dünyası kendisinden ibarettir. Ekmeğini kazanamamanın burukluğu vardır içinde. Bu her an onu takip eden üç tanrıça gibidir. Rahat bırakmaz bir türlü. Dünyanın gidişine uymalı mıdır diğerleri gibi yoksa kendi sonu bilinmeyen trajik yoluna devam mı etmelidir? Kendi yolunda gittiği zamanlarda ve yalnızken de huzursuzdur. Yoksa yanlış bir seçim mi yapmıştır? Hep çelişkiler içinde sürer gider yaşantısı.

Bazı insanlar tüm kapılarını kilitleyip anahtarlarını bulunmayacak bir yere koyarlar. Kim gelirse gelsin açmazlar. Uzak dururlar ve kendi içlerine dalarlar. Her nasılsa insan görünümündeki bedenin içinde olduklarını hissederler. Hissetmedikleri herkes gibi olmaktır. Yalnızlığın derinliğinde ve ıssızlığında durumlarının farkındalığıyla içlerindeki özü anlamaya ve onu geliştirmeye yönelirler. Yeryüzündeki görevlerinin bu olduğunu ve hiçbir şeyin bunun üzerine çıkamayacağını düşünürler. Yalnızlıkları hakkında söylenenlere aldırmazlar. Tanımlanmak, sınıflandırılmak ve sıfatlandırılmak istemezler.

Nalan Yılmaz, 24 Mart 2003, Hürriyet, Agora

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

0 comments :

Yorum Gönder



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...