8 Ağustos 2009 Cumartesi

Bireysellik ve Topluma Uyum

İnsan kendi gibi birçok bireyden oluşan toplum içinde yaşar ama kalabalık içinde bir birey olduğunun farkında değildir. Bu, tarih içinde doğu toplumlarına özgü bir durum olarak gösterilir. Batı medeniyetinde birey bilinci Rönesans'la birlikte önem kazanmıştır. Ortaçağın kapalı ve kilise kurallarına göre hareket eden toplumları içinde sanat ve sanatçılar dini konular üzerine ve kiliseyle ilgiliydi. Kişiler ön plana çıkmazdı. 15. yüzyıldan itibaren kültürel ve sosyal ortamlarda birey kalabalıklardan sıyrıldı. Kendine, diğerlerine ve dünyaya bakıp yeni bir şeyler oluşturmak gerektiğinin farkına vardı**. Basmakalıp düşünce ve dogmalardan kurtulabilmenin yollarını aradı. Sanat ve bilim kilisenin baskısından çıkıp*** daha açık, evrensel ve dünyevi bir hal alıyordu. Kişide dünyadaki her şeyi araştırma ve düşüncesini ortaya koyma isteği belirdi. Yapılan işin yanında isimlerden de söz edilir oldu. Bütün bunlar o çağ için yenilikti, çok kolay kabullenilip benimsenen şeyler değildi. Her değişim gibi sancılı ve sıkıntılı bir dönem sonucu ortaya çıkmıştı...

Yaşanılan ortamın kurallarına uyum sağlandığı sürece mutlu ve huzurlu bir yaşantıdan söz edilir. Ancak her birey o toplumu oluşturan diğerleri gibi yaşamak zorunda mıdır? Burada bir çelişki doğar. Bireyin toplum içinde yer alan diğer insanlar gibi olmak zorunda hissettiği yanıyla dilediğince yaşamak isteyen tarafı karşı karşıya gelir. Bu durum kişide huzursuzluk yaratır. Kendi kendine şöyle der: "Diğerleri gibi yaşamak zorunda değilim. Onlar gibi düşünmek istemiyorum. Popüler şeyleri sevmiyorum. Fabrikasyon bir üretim olmak bana göre değil. Kendim olmalıyım. Şartlanmış beyinlerin ürettiği kavram, fikir ve davranışlardan arınmalıyım. Yıllardır uğradığım imge bombardımanından sıyrılıp en arı ve en sade olana yönelmeliyim." Huzursuzluk, iki karşıtın birbiri üzerinde baskı kurması sonucu oluşan belirsizlikle kendini gösterir ve çelişkilerle güçlenir. Herkesin keyif alabileceği şeylerden ve ortamlardan hoşnut olamama, kaygılarla yaşama huzursuzluğun belirtilerindendir.


Herkes mutlu ve başarılı olmak zorunda değil. Birey hayatını bunun üzerine kurarsa mutsuzluk ve başarısızlıklarla karşılaştığında yılmamalı, acıları ve hayal kırıklıklarını da göze alabilmelidir. Seneca
"bütün kaygılardan kurtulmanın en iyi yolunun korkulan şeyin başa geldiğini düşünmek olduğunu" ifade eder. İnsan hayal kırıklığı yaşamamak için her şeye hazırlıklı olmalıdır ama yaşanırsa da onu sakin bir şekilde kabul edebilmelidir. Mutluluk genel bir kavram değildir. Herkese göre değişen bir şeydir. Kimi insan zevkle mutluluğa ulaşır, kimisi hiç acı çekmemekle mutluluk bulur. Kimisi tam tersi zorluklarla karşılaşıp acı çekip sonrasında mutluluğa ulaşır. Bazısı münzevi bir hayat yaşamaktan hoşnuttur bazısı da kalabalıklar içinde olmaktan. Bu örnekler çoğaltılabilir. Doğru ve yanlış kavramında da faydacılar’ın ifade ettiği gibi mutluluk ölçüt değildir. Eylem mutluluk veriyorsa doğru vermiyorsa yanlış olamaz. Bazıları içki içtiğinde daha neşeli ve mutlu olurken bazıları da hüzünlenir melankolik olur. Nietzsche sanatçının en mutlu kişi olduğunu düşünüyordu. Ortaya çıkardıkları onlara büyük bir manevi tatmin sağlıyordu ama aynı zamanda çok büyük acılara dayanmayı gerektiriyordu. Nietzsche başarısızlıklar ve zorluklar yüzünden pes edip vazgeçen, kendine ve hayata küsüp geri çekilen sanatçıları değil, sabreden, acılara katlanan ve çaba gösterenleri seviyordu....

 

Sağlam bir kişilik oluşturamayan, kendini iyi tanıyamayan, hayat hakkında donanımsız, bilgisiz kişiler mutluluğun belli yolları olduğunu sanırlar. O yoldan gitmeyenlerin mutsuz olduğunu düşünürler. 'Yabancı ve farklı olan bilinmez. Bilinmeyen tehlikelidir.' Kişi kendisiyle ve hayatı yaşama şekliyle ilgili düşüncelerinin başkalarının kendisine yönelttiği eleştirilerden ve kınamalardan daha önemli olduğunu fark etmelidir. Sokrates yaşadığı ortamda farklı biriydi. İnsanların o zamana kadar hiç düşünmeden kabul ettikleri şeyi sorgulamalarını öğretiyordu. Paraya, statüye ve başarıya önem vermiyordu. Herkesin doğru bildikleri ve tartışmasız kabul ettikleri düşüncelerin tutarsızlığını açığa çıkarıyordu ve bunları kendilerinin yapmasını sağlıyordu. Toplum içindeydi ama kendine özgü tarzıyla. Uyumlu olmak zorunda hissetmiyordu kendini. Ancak bundan rahatsızlık duyanlar gençlere kötü örnek olduğunu ileri sürerek onu tutuklattılar ve yargılanmasını sağladılar. Sokrates kendini savundu ama değişmeyeceğini, istedikleri gibi olmayacağını ifade ettiğinde idam edilmesine karar verildi. O da sakin bir şekilde bu durumu kabullendi ve içinde zehirli baldıran suyu olan tası ağzına götürüp içti. Sokrates topluma zararlı biri değildi sadece insanlara her söylenene inanmalarının, yaşadıkları dünyanın farkına varmalarının ve düşünmenin önemini göstermeye çalışıyordu.


Donanımlı, bir tarzı olan, kendini, yeteneklerini, kapasitesini, yapabileceklerini bilen ve kabul eden biri kendi için iyi ve doğru olanı sezgileri, bilgisi, deneyimleri, gözlemleri ve aklı sayesinde bulabilir. Kendisi için doğru olanı bulabilen topluma da faydalı olur. Oysa birey olduğunu, düşünmesi, kararlar alması gerektiğini fark edemeyenler eski, alışılmış, denenmiş, herkes tarafından kabul görmüş bir yol tutturup kendini onun içine bırakmayı daha kolay bulur ve aslında bunun zor olduğunu savunur. Elbette toplumun çeşitli kesimlerinde çalışanlar diğer insanlar için yararlı ve gerekli şeyler üretirler. Ama kendinden, işinden, hayatından memnun kişiler olumlu ve mutlu halleriyle daha güzel bir dünya oluşmasına katkıda bulunurlar. 

 
Toplumda öncü biri ya da kahraman önemlidir. Kitleyi harekete geçirir. Kitle bazı olaylardan kolayca etkilenip eyleme geçer bazen de sessiz ve tepkisiz kalır. Biri önderliğinde coşkuya kapılıp güruh halinde olumlu veya olumsuz olduğunu düşünmeden hareket ettiği de olur. Körü körüne bağlanılan, sorgulanmayan fikirler buna neden olabilir. Bazı kitle hareketleri insanlığın gelişiminde gerekli olduğu için olumludur. Mesela insanların özgür, huzurlu ve güvende olmalarına karşı yapılan her türlü davranışa ses çıkarmak ve mümkün olduğunca kalabalık bir halde bunu gösterebilmek bir tepkidir. Çeşitli ülkelerdeki terör eylemleri sonucu bir araya gelen insanlar buna örnek verilebilir. Toplumun gelişimine ve iyi yaşamasına faydası olabilecek özel, sivil kuruluşların çoğalması da önemlidir. Yardım ve beklentiler için tek bir kuruma bağımlı olunmaması topluma olan güveni de artıracaktır. Konserler ve spor yarışmalarındaki kitle ise toplum yararına değil de eğlenme amaçlı bir toplanma içindedir. Günlük hayat içindeki sıkıntılardan kurtulmak, rahatlamak, sevdiği takım veya sanatçıyı desteklemek ve coşkusunu, enerjisini aktarabilmek kısacası eğlenmek için oradadır. Bu da bir ihtiyaçtır.

Bireysellik bilinci oluşursa toplum içinde de daha iyi standartlarda bir yaşam kalitesi olabilir. Herkes konuşurken aynı kalıplaşmış sözleri kullanmaz, davranışları ve olaylara tepkileri birbirinin aynı olmaz. Birey olmanın bilinciyle kendi fikirleri olur ama bunları insanlara zorla kabul ettirmeye çalışmadan paylaşır. Bu çeşitliliği getirir. Çeşitliliğin, alternatif düşünce ve yaşantıların ardından hoşgörü gelir. Ancak kendini birey olarak göremeyen, sürü içgüdüsüyle hareket edenlerin ne kadar hoşgörülü olabilecekleri tartışılır. Bireysellik toplumdışı olmak, kalabalıkları yadsımak, insan sevmezlik ve bencillik değildir. İnsanlar kendileri için bir şeyler yaptıklarında, kendilerini geliştirip tanımaya çalıştıklarında daha huzurlu olurlar ve çevresindekilerle olan ilişkileri daha sağlıklı yürür. Tek bir kişiden başlayarak topluma yayılan zincirleme olumlu gelişmeler görülebilir. Bireylerin düşünsel, ahlaksal, kültürel zenginlikleri toplumun kazancıdır.

Notlar:

*14. yüzyıl sonlarında dini konuların anlatıldığı resimlerde içtenlik ve yapmacıksızlıkla hıristiyan öncesi dönemin biçimini kullanan, özenle çalışan ve duyguyla birlikte düşünceyi de önemseyen sanatçılar da vardı.
** Bu durumda Antik dönem eserlerinin ortaya çıkışı ve felsefesi de etkiliydi.
*** Gökyüzü Kepler ve Copernik gibi gökbilimcileri tarafından düş ve sezginin ötesinde araştırılıyordu.

Nalan Yılmaz, 16 Ekim 2005, Hürriyet, Agora
Nalan Yılmaz, Toplum İçindeki Bireysellik, 21 Mart 2012, Lebriz Sanal Dergi

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

0 comments :

Yorum Gönder



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...