5 Ağustos 2008 Salı

19. Yüzyıl Melankolikleri: Romantikler (1)

19. yüzyılın tek melankoliği Van Gogh değildir. Van Gogh'un resimlerinde hüzün vardır, keder vardır ama neşe ve sevinç de vardır. Bu duygular bir aradadır ve birbirlerinin içinden çıkarlar. O çevresinde gördüğü her şeyin resmini yaparak neşe ve sevinç uyandırmaya çalışır. Yaşama sevincini de resimde bulur. 19. yüzyıl tam bir bunalım, huzursuzluk ve çöküntü çağıdır. Çalkantılı bir dönemde uluslar kimliklerini bulmaya çalışır. İdealizm ve romantizm ile birlikte yeni buluşlar, gelişmeler ve uyanışlar görülür. Akımlar kendilerine karşıt yeni akımları içlerinden çıkarır. İlerlemeler karşısında insanın geleceği düşünülür. Geleceğe karşı, korku ve umutsuzluk hakimdir ve çağın insanı karmaşa içinde kendi yerini sorgular. Böyle bir ortamda melankoliklerin olması kaçınılmaz bir durumdur.

19. yüzyıl sanatçılarının bunalımları ve hayal kırıklıkları bitmez. Yazarlar kitaplarında, ressamlar tuvallerinde hep çağın bunalımını, inancı azalan kişinin, bireyin bu sarsılan kültür ve ahlak içindeki durumunu anlatırlar. 19. yüzyılın ilk yarısında belirgin bir şekilde kendini gösteren romantik akım ve düşünüşe göre hareket eden sanatçılardan melankolik yapıya sahip olanlar oldukça fazladır. Romantizm'de varolana karşı hoşnutsuzluk, düzen içinde sıkıntı duymak, kutsallığa, sonsuzluğa ya da başka şeylere yönelik sevgi söz konusudur. 18. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar süren romantizm edebiyatta, felsefede, sanat ve müzikte önemli olur...

Romantikler uzak ve ulaşılamaz olanın özlemi içindedir. Bu özlem geçmişe yönelik olabileceği gibi uzak doğu kültürlerine de duyulabilir. Romantikleri gece, alacakaranlık, düşler, doğa, eski uygarlıklardan kalıntılar ve doğaüstü şeyler de çeker. Varolanın karanlık yanıyla, kasvetli, esrarengiz ve gizemli olana ilgi gösterirler. Gerçeklikten kaçma eğilimleri onları düş dünyasına, geçmişe, mistik alanlara götürür. Romantik kişi kendi varlığında kendini uyumsuz, aykırı biri olarak duyumsar. Romantizmde yaratıcılık ve bireysellik vurgulanır. Duygular ile gerçek dünya arasındaki fark büyüktür. Çözümleyemediği gerilimleri onları içinden çıkılmaz hale getirir. Tembellik romantizmin özüdür. Ancak bu tembellik dahilere özgü olandır. Romantiklerde içe yönelme, duygular, sezgiler ve düşler önemlidir. Bütün bu özelliklerden dolayı romantiklerin pek çoğu melankoliktir ve genç yaşta genellikle veremden ölürler. Bazıları da intihar etmiştir. Genç yaşta ölenlere Novalis'i, Shelley'i, Keats'i, Leopardi'yi örnek verebiliriz.

Novalis 1801 yılında öldüğünde 29 yaşındadır.'Dünya hayal olur hayal gerçek' diyen genç dehalardan biridir. Yarım kalan romanında, rüyasında gördüğü mavi bir çiçeği arayan birini anlatır. 'Geceye Övgüler' adlı eserinde gecenin gündüze üstünlüğünden, gizemli karanlıkların ayartıcılığından söz etmiştir. Novalis'e göre gizemli yol içe açılandır. Doğa uçsuz bucaksız bir simgedir. Evren insanın içindedir ve insan evrenin sırlarını çözmek için kendine yönelmelidir. İngiliz şair Shelley de evrenin ruhu olduğuna inanan bir romantiktir. Yaşamı yolculuklarla geçmiştir. 'Yalnızlığın Ruhu' adlı şiir kitabında yalnız bir şairin ölüme sürüklenişini ele almıştır. Kendisi de 1822 yılında 30 yaşındayken denizde boğularak ölmüştür. Bu kitaptaki dizelerden bazıları şöyledir; 'Gözyaşları için fazla derin bir keder bu', 'Yapayalnız, sonsuza dek dünyayı dolaşan bir köleye dönüşmüş', 'En sonunda ıssız Chorasmia sahilinde durdu, kokuşmuş bataklıklarla engin ve melankolik çölünde'.

Bir başka İngiliz şair Keats de 1821 yılında Roma'da veremden öldüğünde sadece 26 yaşındadır. 'Melankoliye Övgü' adlı kitabında güzellik ölmelidir düşüncesini açıklamış, melankolinin güzellik ve mutlulukla bir arada bulunduğunu ifade etmiştir. Yine genç yaşta ölen romantik melankoliklerden biri de İtalyan şair Leopardi'dir. Kötümserliğini açıklıkla dile getirmiş bir şairdir. Sık sık intihar üzerine yazmış olsa da kendi bunu denememiştir. Yalnız yaşayan, eş ve çocuktan oluşan bir aileye sahip olmayan ve bedensel bir çalışma içinde bulunmayan Leopardi karamsarlıklarına karşı sadece yazarak üretimini sürdürmüştür. Leopardi'nin anlaşılamaması, kaçıp kurtulmak, ölmek istemesi, umutsuzluğu, yalnızlığı, yaşam bunalımı, hastalığı, inzivası ruhunun çektiği acılar şiirlerine yansımıştır. Şair bu özelliklere ek olarak hıncı ve yaşamının başarısızlığına inancı nedeniyle melankolik bir mizaca sahiptir.

İntihar eden romantiklerin en trajik olanı ve yalnızı Nerval'dır. Bilgilerinin aşırılığından beynine fazla yüklenme olmuştur. Mistik hezeyan krizlerinin ardından sekiz ay tımarhanede kalmış olan Nerval bu dönemden sonra simyacılığa, parapsikolojiye, metafiziğe, mitolojiye ilgi göstermiş ve bu konuları araştırmıştır. Umutsuz aşkında murada erememesi hastalığını ilerletmiştir. Yazınsal üretimleri sürerken delilik krizleri de tekrarlanıyordu. Uyumun özlemini duyan Nerval gittikçe kendisine ve topluma yabancılaşmıştır. İçinde bulunduğu ortama uyum sağlayamadığından, gerçekler onu hayal kırıklığına uğrattığından, geçmişe, geçmişteki uygarlıklara, söylence ve efsanelere yönelip düşlerine sığınımıştır. Şiirleri hep umutsuzluk ve mutsuzluğun dile gelişidir.

Nerval romantik olduğu kadar sembolisttir de. Şiirlerinde ve düz yazılarında rüyalar ve düşlerden yola çıkıldığı, geçmiş, gelecek iç içeliği göze çarpar. Bu melankolik şair 1856 yılında sürdürdüğü başıboş, aylak ve parasız yaşantısına soğuk bir kış gecesi karanlık bir sokakta, sokak lambasına kendini asarak son vermiştir. Trajik yaşantıya dramatik bir son. Sanki cehennemde yaşamış gibi. 'Bu akşam beni bekleme çünkü gece siyah beyaz olacak', 'Çok şey vardı onarmam gereken, güçsüzdüm, beni bekleyen çabalar altında eziliyordum', 'Ömrümün hatta daha önceki varoluşlarımın hesabını sorarak yaşadım. İyi olduğumu önce kendime kanıtlayarak anladım ki ben hep iyi olmak zorundayım. Kötü müydüm yoksa? Öyle olsam bile günahımı ödemek için çektiğim acılar yetmez mi? Belki sonsuza dek o mutsuzlardan biri de ben olacaktım. Kendimi soğuk bir suya dalmış gibi duyumsadım ve daha soğuk bir su akıyordu alnımdan', 'Gecelerin meleği sürgün ediyor beni. Şu yalnız ve şu yaslı gözlerimden okuyabilir misin? Her şey ölecek benle?', 'Ölmek, ey ulu Tanrım söz verdiğiniz mutluluk sanki yalnız ölümle gerçekleşecekmiş gibi niçin her an bu düşünce usuma gelip durur?', 'Büyük acılarda, büyük mutsuzluklarda, büyük hüzünlerde çoğu zaman şiirsel sözler kendi içimizde uğuldar ve sürekli aşırı uyarılmış ve sıkıntılı düşüncemize eşlik eder' gibi sözler ve dizelerle çaresizliğini ve mutsuzluğunu ortaya koyan Nerval trajik, yalnız ve düşlerle dolu yaşamıyla tarihin en melankolik ruhlarından biridir
.
Romantikler içindeki diğer melankolikler müzisyen Çaykovski ve Schumann, şair Chateaubriand ve Lamartine'dir. Çaykovski'nin melankolisinde yalnızlık yüzünden umutsuzluğa gömülmüş bir kişiliğin içten gelen haykırışları vardır. Bütün melankolikler gibi anlaşılamamış ve toplum dışına itilmiştir. Besteci Schumann da bütün hayatını karartan delilik duygusunu duyumsamıştır. Tımarhane bulunan Düsseldorf kentinde yaşaması onu anormalliğe ve sanrılara gömmüş ve bütün bunlar Ren nehrine atlamasına yol açmıştır. Ancak karamsarlığı ve trajik yazgısı onun üretimlerini etkilememiştir. Yapıtlarında çağının bunalımını yansıtan Chateaubriand kurulu düzeni yadsır. Yaşama duyduğu kini ve umutsuzluğunu işler. Romantik şairlerden Lamartine'in şiirlerinde ise hiçlik ve boşluk duygusu egemendir. Hayatının son dönemlerinde öncekine oranla daha acı bir melankoliyle yazılmış içe kapanık ve dağınık şiirleri vardır.

Romantik şair ve düşünürlerin en melankoliklerinden biri de Hölderlin'dir. Onun 'Hyperion' adlı kitabı Alman idealizminin romanı sayılmıştır. 'Deliliğin Arifesinde' yer alan şiirlerinde doğaya övgü ve doğanın insanı içinde bulunduğu kuşkulardan, çaresizlik hissinden kurtaracağı vurgulanmıştır. Hölderlin'in küçük yaşta babasını kaybetmiş olması, annesiyle sürekli tartışmaları ve anlaşamaması, en sonunda evli bir kadınla birlikteliğinden dolayı annesinin onu dışlaması, yanındayken hayatının en mutlu anlarını yaşadığı sevdiği kadının ölümü sonucu içine düştüğü boşluk, aşırı duyarlılığının ve çaresizliğinin artması, annesiyle olan ilişkilerinin kopması, hayatının belli dönemlerinde çökkünlük, öfke krizleri, hüzünlenme, melankoli, depresyon gibi rahatsızlıklar geçirmesine neden olmuştur. Ancak bu dönemlerinde bile yazınsal üretimlerini sürdürmüş, pek çok şiir, roman, trajedi yazmış ve Antik Yunan klasiklerini Almancaya çevirmiştir. 

Hölderlin ruhsal durumu yüzünden pek çok kez tedavi görmüştür. Hastalığına melankoli, sinir rahatsızlığı, psikoz, şizofreni tanıları konmuştur. Hölderlin evine dönmek istediğinde annesi ve kardeşlerinin katı ve olumsuz tutumlarıyla karşılaşmıştır. Bu ise ruhsal durumunun daha da kötüye gitmesine neden olmuş ve onu içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir. 1806 yılında zorla Tübingen üniversitesi kliniğine yatırılmış ve tek kişilik hücreye kapatılmıştır. 6 ay sonra tedavisi olanaksız bulunarak klinikten çıkarılan Hölderlin için mutlu bir olay bu sırada gerçekleşmiştir. Kitaplarını okuyan bir marangoz onun bakımını üstlenmiştir. Hölderlin 36 yıl marangozun evindeki bir odada yaşamıştır. 36 yıl boyunca güvendiği, bakımını üstlenen Zimmer ailesi dışında hiç kimseyle konuşmamıştır. Hüznünü suskunluğuyla açığa vuran Hölderlin 1843 yılında ölmüştür. 'Nisan, mayıs, haziran kaldı gerilerde, artık bittim yaşamak istemiyorum bende'. Heidegger Hölderlinin toplumdan dışlanmış, varlığı yok sayılmış anlamında deli çılgın olduğunu belirtmiştir. O bütün olağanüstü eserler yaratan melankolik sanatçılar gibi sıradan melankoli ve depresyon belirtileri gösterenlerden ayrılır.

Schelling 'Evrenin içinde bir dram oynamaktadır, birlikte bir uyuşmazlık vardır ama bu uyuşmazlık yaşamın ilkesi ve umudun kaynağıdır' der. Doğanın görünür ruh, ruhun ise görülmez doğa olduğunu ileri sürer. Ruh ve madde ayrımını kaldırır ve tek bir evrensel ruhun olduğunu belirtir. Romantik dönemin önemli özelliği olan çağ bunalımının açıklanmasını Schopenhauer felsefesinde bulmak mümkündür. Kötümser bir filozof olan Schopenhauer insanın toplumdan uzaklaşıp yalnızlığa yönelmesini, isteği ve arzuları köreltmeyi, yoksulluğu, sakin bir yaşamı över. Önümüzde yalnızca yokluğun olduğunu söyler. Varoluşun, yaşamın kendisinin bir suç ve insanlığın ilk günahı olduğunu belirten filozof insanları toplumlara sürükleyenin de içsel boşluk ve bıkkınlık olduğunu ileri sürer. Hayatı reddetme ve vazgeçmenin intihardan başka bir biçimi olmasını bununda çileci ve münzevi bir hayata yönelmekle olabileceğini belirtir. Ona göre istekler, arzular kendini acı, sıkıntı ve kötülükle sergiler. 'Düşüncemin ilk şafağından beri kendimle dünya arasında uyumsuzluk bulunduğunu hissettim... İnsanları daha çok gördükçe daha az seviyorum.', 'Yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevemez, kişi ancak yalnız olduğunda özgürdür çünkü', 'Yalnızlık bütün olağanüstü kafaların yazgısıdır. Onlar bu yalnızlıktan zaman zaman yakınsalar da hep onu seçeceklerdir'. Schopenhauer'un bütün bu sözlerinde yalnızlığın yüceltilmesi ve kaçınılmazlığı vurgulanmaktadır. Romantik düşünürlerin önemle üzerinde durdukları doğadan ve tanrıdan uzaklaşmanın insanı büyük acılara götürdüğüdür.

Kaynaklar:

1- Alkan, Erdoğan, Düş Gezgini, Gerard de Nerval, Broy, İstanbul, 1994.
2- Berger, John, Şiirin Saati, Adam, İstanbul, 1988.
3- Claudon, Francis, Romantizm Sanat Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1988.
4- Teber, Serol, Melankoli, Normal bir Anomali, Say Yayınları, İstanbul 2001

Nalan Yılmaz, 4 Haziran 2001, Hürriyet, Agora

 19. Yüzyıl Melankolikleri: Sembolistler (2)

***** Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License  

0 comments :

Yorum Gönder



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...